2005 yılında Çin’in ürettiği ürünler, Dünya Ticaret Örgütü ile yapılan antlaşmalar nedeni ile ülkelerin, bazı koruyucu tedbirler almaları karşılığında serbest dolaşıma başladı. 2008 yılında ise, Çin’in ürettiği mallar, koruyucu tedbirler olmadan dolaşıma başladı. Yapılan antlaşmalar gereği Çin’de bu imkânlara karşılık olarak para birimi yuan’ı değerli kılacaktı. İşte o günden bu güne dünya, ticaret dengelerini kurmaya çalışıyor. Yaşadığımız sosyal ve ekonomik sıkıntıların nedeni bu.
Dünya ticaretinde dengeler kurulmaya çalışılırken, bizde durum neydi? Liradan altı sıfır atmıştık. Bu operasyonun başarılı olması ise enflasyonun tek haneli rakamlarda kalmasına bağlı idi. Bu başarılması çok güç olan, liradan sıfır atma operasyonu, şayet başarılı olmasaydı, yüzde yüzlük enflasyon ve faiz oranlarını yüzde binlerle yaşaya bilirdik.
İnsan gücü yoğunluklu üretim dönemlerinde, dünyada genç nüfusa sahip olmak avantajken, teknolojinin gelişmesi ve yaygınlaşması ile genç nüfus işsizlik rakamlarını şişiren bir etki durumundaydı. Genç nüfusa sahip olmanız demek, büyüme oranınızın % 6 nın, altında olmamasını gerektiren bir mecburiyet demekti. Bunun aksi durumunda olmak, ekonomik ve sosyal tehlikeleri davet etmek anlamına gelmekteydi. Ve o dönemde ülkemiz, genç nüfus oranında dünya lideri durumundaydı. Gençlere iş, aş, eş bulmalarını sağlayacak kararlar alınması gerektiği bir ortamda ülkemiz, enflasyonlu ortamdan enflasyonsuz ortama geçmişti. Halbuki enflasyon, stagflasyon tehlikesine karşı tedbirler aldığınız taktirde kalkınmayı sağlayan bir etki idi.
Ekonomimizin, en önemli kolu olan, tekstil sorunlar yaşamaya başlamıştı. Tekstilde ihracatçı olan ülkemiz, Çin mallarının ucuzluğu nedeni ile ithalatçı duruma gelmişti. Tekstil ürünlerinin, ihracatındaki ithal ürün girdilerinin oranı artmış, her ihracatımızda, Çin’e ve tekstil üretim maddelerini ithal ettiğimiz ülkelerin gençlerine iş ve aş imkânı sağlıyorduk. Tekstilde yaptığımız ihracat karşılığı elimize geçen dövizin büyük kısmı, üretim girdisi ithal ettiğimiz ülkelere gidiyordu.
Her yıl iş gücüne katılması gereken genç nüfusumuz artarken, ilköğretimde okuyan öğrenci sayımız Avrupa birliğindeki birçok ülkenin nüfusundan daha fazlaydı.
Günümüzde de dünya kabuk değiştirip, 2050 yılında gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin sıralamalarının değişeceği uzmanlar tarafından tahmin edilirken bizler yine, içsel ve dışsal, bazı sosyal hayattan kaynaklanan ekonomik sorunlar yaşarken, yaşadığımız ekonomik olaylar ise yeni bazı sosyal olayları ortaya çıkarıyordu.
Eğitimde zorunlu sürenin sekiz yıla çıkarılmasının getirdiği sorunlar daha ortadan kalkmadan, zorunlu eğitim oniki yıla çıkarılmıştı. Yeni derslikler, yeni eğitmen ve idareci kadrolarına ihtiyaç olmuştu. Yüksek okul ve üniversite eğitiminin yaygınlaştırılması ve bu kurumlarda okuyan öğrenci sayısını artırmak için yeni üniversiteler açılmıştı
Sınır ticareti yaptığımız birçok ülke ya savaşlar dolayısı ile yâda kendilerine uygulanan ambargolar nedeni ile artık bizim pazarımız olmaktan çıkmıştı.
AB, kapısında bekletilen Ülkemiz tek taraflı, serbest Pazar antlaşmasına uyarak, Lojistikte sorunlar yaşayarak, tam üyeliğinin kabulünü beklerken AB ülkelerinin avantajına ticari ilişkimiz açıklar vermemize sebep oluyordu.
Terör nedeni ile ülkemiz 500 milyar dolardan fazla para harcarken bir yandan da bölgeler arası. Kalkınmışlık düzeylerini dengelemeye çalışıyordu. Canımız açıyordu. Fidanlarımız gidiyordu.
2050 yılında dünyadaki gelişmiş ülkeler, zengin on ülke, en büyük on ekonomi, sıralamasında yer almak isteyen ülkeler ya çalışarak, yâda rakiplerinin kuyularını kazarak hazırlanıyorlar. Kısacası; Bir elleri işte, bir elleri rakipte. Böyle bir dünyada bizlerde gelecek nesillerimizin rahat etmesini istiyorsak, masalarda yemek değilde, pazarlı yapan olmak istiyorsak, ister masa başında, ister tarlada, ister okulda, isterse de fabrikada çalışırken yorulduğumuzda, ülkemiz için çalışmamız gerektiğini hatırlayıp hiç çalışmamış gibi zinde, gelecek neslimiz için bir şeyler yapmanın gururu ile çalışalım.
Saygılarımla.